Sefiller - Victor Hugo
‘’Medeniyetin ilerlemesine paralel yapay cehennemlerin
arttığı, toplumsal bir lanetlenmişliğin olduğu bir devirde ‘dünyada sefalet ve
cehalet bulundukça bu tür kitapların faydalı olacağı’ inancıyla yazılmış bir
kitaptır. Sefiller…’’
Dönemin adaletsizliğine karşı bir haykırış barından romanda
Victor Hugo, toplumun politik hayatını teşhir ediyor. Zulmün Avrupa’yı sardığı
yıllarda, ülkesindeki bu bozuk düzeni dile getirmesi nedeniyle sürgün yiyen
yazar, en önemli eserlerinden biri olan ‘’Sefiller’’i de yine sürgün yıllarında
yazıyor. Toplumsal kesimler arasındaki ayrımı, çok keskin bir dille anlatan bu
eser, olay kurgusunun genellikle geçtiği yer olan Paris’in o güzel görkemli
görüntüsünün arkasında, lağım kokan arka sokaklarını tasvir ederken, açlık ve
sefaletin boy gösterdiği bu arka sokakları cehenneme benzetiyor. Diğer yandan
eserde maneviyat, aşk, sevgi, hüzün ve tutku gibi derin duygulara fazlasıyla
yer veriliyor. Eserin, bir diğer önemli özelliği de yazarın yaşam öyküsünden ya
da Fransa tarihinde yaşamış kişilerden oluşmasıdır. Okuyucuyu bazen betimlemeleriyle
sıksa da dünya klasikleri arasında olmayı fazlasıyla hak ediyor.
Yetim ve öksüz olan
Jean Valjean, kız kardeşi ve yedi çocuğuna bakmak zorunda kalan genç bir
delikanlıdır. Sefalet içerisindeki ailesini doyurmak amacıyla bir somon ekmek
çalması sonucu kürek cezasına çarptırılır. Defalarca kaçma girişiminde
bulunması nedeniyle cezası gittikçe artar ve toplam on dokuz yıl yatar. Jean
Valjean, bu on dokuz yılın sonunda, topluma kin ve nefret beslemiş şekilde
tahliye olur. Gittiği ilk kasabada insanlar, kürek mahkumu olması nedeniyle
Jean Valjean’ı dışlarlar ve ona bedelini ödese bile hizmette bulunmazlar.
Ümidini yitirmiş olan bu sefil adama, kasabanın yaşlı ve iyiliksever pisikoposu
yardım eder; onu evine alır, karnını doyurur ve konaklamasını sağlar. Ancak Jean
Valjean, bu iyiliğe karşı piskoposun gümüş yemek takımlarını çalar. Kısa süre içinde polis Jean Valjean’ı yakalamış bir şekilde piskoposun
evine getirir. Piskopos, yemek takımlarının çalınmadığını, onları hediye
ettiğini söyler. İyilik yapan erdemli bir adam olması karşılığında gümüş
şamdanları da kendisine verir. Jean Valjean, piskopostan gördüğü iyiliklerden
etkilenerek, faziletli biri olma sözü verir.
Hayata farklı bir
bakış açısı ile, farklı bir kasabada, farklı bir isimle Mösyö Madlen olarak
başlayan Jean Valjean, yaptığı iyiliklerle herkesin sevgisini kazanıp kasabanın
belediye başkanı olur. Madlen’in gizlediği geçmişinden şüphelenen Javert, hırsızlık
olayına kadar öğrenmiştir ancak Jean Valjean’ın yerine isim benzerliği
nedeniyle farklı biri tutuklanır ve Javert, şüphelerinin gereksiz olduğunu
düşünür. Ancak Jean Valjean’ın vicdanı, kendisi yerine başkasını yatmasına razı
gelmemiştir. Mahkeme huzurunda kendisini tanıtır, teslim olur ve kürek
mahkumluğuna geri döner.
Bir süre sonra
tekrar kaçmayı başaran Jean Valjean, bir zamanlar yanında çalıştığı, haksızlığa
ve iftiraya uğrayarak sokaklara düşen Fantine’nin kızı Cosette’i aramaya
başlar. Fantine ölmüştür, Cosette’in üvey annesi ve babası Cosette’e çok kötü
davranmakta, onu köle gibi çalıştırmaktadırlar. Valjean, sekiz yaşındaki
Cosette’i bulur ve onu bu kötü şartlardan kurtararak evlatlık alıp derin bir
sevgi ile bakmaya başlar. Peşine düşen Javert’tan kurtulmak için, dışarıdan
daha güvenli olarak gördüğü manastıra Cesette’i bir tanıdığının aracılığıyla
yerleştirir, kendisi de manastırda bahçıvan olarak çalışmaya başlar.
Cosette, dini
eğitimini bitirip manastırdan ayrıldıktan bir müddet sonra, Hukuk fakültesi
öğrencisi olan Marius ile tanışır. Marius’un babası Napolyon ordusunda
ödüllendirilmiş bir subaydır. Cosette, babasının hatırasıyla yaşayan bu genç
delikanlıya aşık olur. Marius radikallerin safına geçerek yoksul hayatı tercih
eder. Jean Valjean’ın, kendisini ve Cosette’i gizli tutmaya çalışmasına rağmen,
Cosette ile Marius gizli gizli mektuplaşırlar.
Marius ve
arkadaşları, isyan eden sosyalistlerin tarafında bir başkaldırma hareketine
girişirler. Jean Valjean da bu isyana katılır. Sokak çatışmaları sırasında
Javert ile Jean Valjean karşı karşıya gelirler. Javert’ı ele geçiren
isyancılar, onu öldürmek istemektedirler. Bu işi Jean Valjean üstlenir. Tek bir
kurşunla onu öldürebilecekken hayatını bağışlamayı tercih eder. Bunun üzerine Javert’ın
hukuk anlayışına dayanan ahlaki dünyası altüst olur. İnandığı bütün değerleri
yıkılan Javert intihar eder. Çatışma sırasında ağır yaralanan Marius, gizlice
Jean Valjean tarafından kurtarılır. Jean Valjean, onu sırtında taşıyarak, lağım
çukurundan büyükbabasının evine kadar götürür. Marius, uzun bir tedavinin
ardından iyileşir ancak kendisini kimin kurtardığını bilmemektedir.
Jean Valjean, Cosette
ile Marius arasındaki ilişkiyi öğrenir ve manevi kızının mutlu olması için aralarına
girmez. Diğer yandan Cosette’in, eski bir kürek mahkumunun kızı olarak
bilinmesini de istemez. Marius ile mutlu bir hayat kurmalarını istemesi ile
Cosette’e yüklü miktarda para bırakarak inzivaya çekilir. Valjean’ın kürek
mahkumu olduğunu bilen Marius, eve pek uğramamasından memnundur ancak kendisini
kurtaran kişinin Jean Valjean olduğunu öğrendiğinde, Cosette’i de yanına alarak,
pişmanlık içerisinde kayınpederinin evine koşar. Karşılaşmaları, büyük hüzün
ile geçer; üçü de gözyaşlarını tutamaz. Jean Valjean, ölmeden önce isteyeceği son
şeyi gerçekleştirmiş; Cosette’i görmüştür. Ölüm döşeğinde yıllar önce
piskoposun kendisini hediye ettiği gümüş şamdanları Cosette’e hediye eder.
Çok başarılı bir tahlil tebrik ederim. Sanırsam edebiyatçısınız eserin verdiği mesajı çok güzel iletmişsiniz.
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
Sil