FİLİSTİN DRAMININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ - KADİR MISIROĞLU - KİTAP ÖZETİ
Uzun zaman önce okuduğum ancak yeni özetini
çıkarabildiğim kitap. Yazar, yahudilerin inançlarını, geçmişten günümüze
insanlık tarihindeki önemli icraatlarını, Arap ihaneti iddiası ve Türkiye’nin
İslam alemindeki geleceğini anlatmış. Tarihi kaynaklara oldukça yer veren yazar
okuyucu sıkmadan, bilgileri tane tane aktarmış. Neden-sonuç ilişkisi kurarak, tarihi
vakıaların temel sebeplerini analiz ederek ilerlemiş. Her Müslüman'ın okumasını
şiddetle tavsiye ediyorum.
Yalnızca Filistin meselesi ile değil, milletin hatta ümmetin yaşamış olduğu zorlukların muhtevasını anlatan kitap. Nasıl bu hale geldik? Nasıl Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye haline geriledik. İçerde neler oldu? Dışarda neler oldu? Çoğunlukla genel hatlarıyla bazen ayrıntılı ve çoğu kez de kaynaklarıyla aktaran tarihi bir kitap.
Kitaptan öğrendiğim ve/veya önemli gördüğüm tarihi
vakıaları tek tek başlık halinde özetledim. Çoğu kez de orijinal cümleleri
kullandım. İyi okumalar…
HENRY
FORD – FORD İLİŞKİSİ
Henry Ford, “Beyne’l
Milel Yahudi” isimli kitabı ile yahudinin ekonomi sahasındaki entrika ve
istismarlarını kaleme almıştır. Bu eserden rahatsız olan Yahudi, Ford arabası
alıp kasten bozarak otoban kenarlarına bırakmışlardır. Buna benzer baltalama
olayları ile Ford’u iflas ettirip sonrasında satın almışlardır. Bugün Ford
şirketinin Henry Ford ile bir ilişkisi bulunmamaktadır.
NUR-İ
ZİYA
Yahudiler
Hz. Adem’den geldiklerine inanmazlar. Onlara göre Hz. Adem ile Hz. Havva’nın
münasebetinden yahudi olmayanlar, şeytan ile Hz. Havva’nın münasebetiyle
Yahudiler türemiş. Onlar şeytanı bizim gibi kötü kabul etmezler. Şeytanı “nur-i
ziya”[1]
adıyla mübarek kabul ederler. O ateşten Hz. Adem ise topraktan yaratıldığı için
-ateşi de toprağa üstün kabul ederek- şeytanı üstün kabul ederler.[2]
İnanışlarına göre Kabil şeytan ile Hz. Havva’nın çocuğudur ve Habil’i
öldürmesinden iftihar ederler. Bunun bir sonucu olarak soyları kadından devam
eder. Yahudi bir kadının doğurduğu çocuk babası kim olursa olsun yahudidir. Ana
Yahudi değilse baba yahudi olsa bile çocuk yahudi olmaz.
YAHUDİLERİN
ÜSTÜNLÜK ANLAYIŞLARI
Topraktan
yaratılmış olan Hz. Adem ve neslini, Allah’ın(Azze ve Celle) yahudilere hizmet
etmek için yaratıldığını kabul ederler. Tıpkı bizim ehil hayvanları Allah’ın
istifade etmemiz için yarattığına inanmamız gibi. Bunun bir sonucu olarak; bir
Yahudi Yahudi olmayan birini öldürmekle günahkâr olmaz. Yahudi olmayanın canı
ve malı yahudiye mubahtır. Çünkü onlara göre Allah(Azze ve Celle) bütün malları
Yahudi için yaratmıştır. Karaborsayı caiz görmelerinin temel nedeni de
bundandır. Diğer bir sonucu olarak da gıda sektörünü ele geçirmişlerdir. Bugün
bile gıdaya ekleniyor olan zehirleri:“Emilgatör”.
SÜNNET
ANLAYIŞLARI
Yahudiler
çocuklarını doğumunun 8. gününde sünnet ettirirler. Sünnetsiz insanı bizdeki “cünüplük” anlayışı
tarzında nitelendirirler. 13 yaşına geldiğinde başına ve koluna kayış takarak
tören yaparlar. Bu yaş Yahudilerde rüşt yaşıdır.
MERYEM
ANA MEZARI YALANI
Yahudiler Kudüs’ü işgal ettikten sonra sünnetsizliklerinden dolayı kötü baktıkları Hristiyanların Kudüs topraklarına ayak basmalarını doğru bulmadıklarından bir hileye başvurarak “Meryem ananın mezarı Kudüs’te değil Türkiye Efes’te” olduğuna dair bir yalan icat etmişlerdir. Diğer yandan mason ve Yahudi güdümlü Türk idareciler de ülkemize turist gelmesine sebep olacağı bahanesiyle buna alet olmuşlardır.
YAHOVA
ŞAHİTLİĞİ
İncil’i
Tevrat’a göre tefsir ve düzenleme istikametindeki hareket Yahova şahitliğidir. Bununla
Yahudi, Hristiyan aleminin Tevrat’ın süzgecinden geçirmeye çalışmaktadır.
MASONLUKTA
SINIR
Masonlar,
18. Derecenin sonuna kadar herhangi bir semavi dine bağlı olarak hareket
edebilirler ancak deizm haline gelmedikçe 19. Dereceye terfi ettirilmezler.
“Uykuda” kaydıyla üyelikleri askıya alınır.[3]
BAZI
HASSASİYETLERİ
Yahudi
mezhepleri arasında az çok fark bulunmakla birlikte cennet ve cehennemi kabul
etmezler, onların bu dünyada hüküm süreceğine inanırlar. Allah’ı “Yahova”
adıyla milli bir kral olarak tanırlar. Günde 3 defa ibadet ederler. Cumartesi
gününü bayram kabul ederler. O gün işle meşgul olmaz, alışveriş yapmaz, paraya
el sürmez ve araba kullanmazlar. Her yıl 14 Mayıs’ta(İsrail’in kurulduğu gün) milli
bayram kutlaması yaparlar.
ARZ-I
MEVUD
Allah’ın
İbrahim Peygamber’e “Nil’den Fırat’a kadar” olan sahayı ebedi yurt olarak
tahsis ettiğine inanırlar ve bunu “Arz-ı Mevud” olarak temel bir inanç esası
suretiyle benimserler. Arz-ı Mevud tahrif edilmiş Tevrat’a göre Hz. İbrahim’e
Allah’ın bir vaadidir. Bizim de sınırlarımız açısından Kayseri ilimize kadar
dayanmaktadır. Yahudiler Hz. İshak’ı ataları olarak kabul ederler. Hz. İshak da
Hz. İbrahim’in oğludur. Yahudilerin bir saçma itikadi yanlışlığı da Hz. Üzeyr’i
Allah’ın oğlu olduğuna dair inançlarıdır.[4]
SAMİ
IRKI ve YAHUDİLERİN TARİHİ
Yahudiler, Hz. Nuh’un
Sam adındaki evladından türemişlerdir. Bu sebeple ırkları “Sami” olarak
adlandırılır.1250 yılında Filistin’e yerleşmişler. O zamanlar yerin adı Kenan
Diyarı idi. Oranın ilk sakinleri Kenani denilen topluluktur. Sonrasında
“Filistiler” buraya gelerek İbranilere üstünlük kurmuşlardır. Bu husus
Tevrat’ta da geçmektedir. Filistiler Kenan ırkından değildirler.[5] Yahudiler
ancak Hz. Davud döneminde Kudüs’ü ele geçirmişler(M.Ö. 1000). Hz. Süleyman ile
ilk defa Yahudi devleti tesis olmuştur. Kısa zamanda da bu devlet ortadan
kalkmıştır. Onun vefatından sonra devlet İsrail devleti ve Yahuda devleti
olarak ikiye ayrılmıştır. İsrail Asurlular hakimiyetine girmiş, Yahuda devleti
de Babil kralı tarafından yıkılmıştır(Nabukatnazar). Yahudileri sürgün edip
Mabed-i Süleyman’ı yıkmıştır. Bu tahribattan mabedin yalnızca bir duvarı ayakta
kalmıştır. Bu duvar bugün “Ağlama duvarı” olarak nitelendirdikleri duvardır. Persler
Babil kralını yenince Yahudilerin geri gitmesine izin vermiştir. Ancak
Yahudiler bir daha müstakil bir devlet kuramamışlardır. Persler ve Büyük
İskender zamanında geniş muafiyetler edinmişler. Roma işgalinden sonra durum
değişmiştir. Roma İmparatoru Titus Yahudilerin yeniden inşa ettikleri Mabed-i
Süleyman’ı yıkmıştır. Kudüs’ü yerle bir etmiştir. Bundan sonra Yahudiler hatırı
sayılır varlık olma imkânını elde edemediler. Romanın zulmünden kaçıp dünyanın
muhtelif yerlerine yayıldılar. İbrani kelimesi de göçmen manasındadır. Yine de
tekrar Kudüs’e dönme arzusu hiçbir zaman zail olmadı. Hz. İsa’yı çarmaha germiş
olmak töhmetiyle bütün Yahudiler Filistin topraklarından çıkarıldılar. Rusya
veya İspanya’ya göç ettiler. Çünkü buralar hiçbir zaman Roma hâkimiyetine
girmemiştir.
MASONLUĞUN
KURUCUSU HİRAM USTA
Yahudinin,
dünya milletlerini köleleştirip istismar etmek için kullandığı en bariz karargâh
“Masonluk”tur. Bu kuruluşla dünyada müthiş bir ağ kurmuşlardır.[6] Mason
kelimesi usta demektir. Masonluğun kurucusu olarak iddia edilen “Hıram Usta”nın
heykeli bugün Karaköy’de Ziraat Bankası üzerinde bulunmaktadır. Adnan Menderes
İstanbul’da imar çalışmasına girmiş ve burada cami de dahil olmak üzere
binaları yıktırmıştır. Ancak Ziraat Bankası binasını yıkamamıştır. Buradaki
heykelden kaynaklandığı iddia edilmektedir. Üstelik o heykelin orada Osmanlı
zamanında dikildiği düşünülürse Masonların gücü anlaşılacaktır.
FATİH’İN
KATİLİ YAKUP PAŞA
O
dönemlerde Yahudi dünyada kale alınması gereken topluluk değildir. Nereye sefer
düzenlediğini bile söylemeyecek kadar ketum bir padişah olan Fatih Sultan
Mehmet’i Yahudi asıllı doktor olan Yakup Paşa[7] zehirlemiştir.[8]
YAHUDİ
OSMANLI’DAN BARINMA İSTEDİ
İspanya
katliamından kaçan Yahudiler Osmanlı’da barınabileceklerini düşünerek
padişahtan talepte bulundular. Fatih’in oğlu Veli Beyazıt bu müracaatı kabul
etti. 1492 yılında İstanbul’a gelen Yahudileri Selanik’e yerleştirdi, iskân
ettirdi. İttihat ve Terakki Cemiyetinin kurulduğu yerin de Anadolu değil de
Selanik olması tesadüf değildir. Zaten İttihad ve Terakki incelendiğinde
yahudinin etkisinin olduğu aşikârdır. Hareket ordusu da aynı şekildedir.
YASEF
NASSİ
İspanyol
Yahudilerinden meşhur Mendes ailesine mensup Yasef Nassi, İspanya’dan
Portekiz’e geçmiş ve inanmayarak Hristiyan olmuştur. Sonrasında bu aile
Vatikan’a göç etmiştir. Papalık çevresinde büyük bir nüfuzu olan bu ailenin
başı Don Juan’dır. Bu kişi Türkiye’ye intikal ederek isim değiştiren ve
Yahudiliğini ilan eden Yasef Nassi’dir. 1544 yılında beş yüz kişilik bir aile
ve yakın topluluğunu İstanbul’a yerleştirmiştir. Kanuni Sultan Süleyman ve 2.
Selim döneminde sarayla çok yakın münasebetleri olmuştur. Sarayda zaman zaman
batı Hıristiyan alemine karşı danışmanlık vazifesi almıştır. Osmanlı döneminde
ihraç edilen belli başlı malların hemen pek çoğunun tekel halinde ihracatçısı
olmuştur. Bu yüzden çok para kazanmıştır. Osmanlı’da “Galata Bankerliği”
denilen faizcilik ve tefecilik hareketini başlatmıştır. Kıbrıs’ın fethinden
sonra buraya sahip olmak için Sokullu Mehmet Paşa ve Ebussuud Efendi’ye kadar
çeşitli kimselere rüşvet teklifinde bulunmuştur. Bu teklifler reddedilmiştir.
Batı Hristiyan alemine karşı Osmanlı’ya istihbarat hizmeti ifa etmiştir.
Öldüğünde muazzam bir servet bırakmış, bunun meşruluğu üzerindeki şüpheler
dolayısıyla 2. Murad bu serveti müsadere etmiştir.
ŞEYH
BEDREDDİN
Lakabı
“Simavi”dir. Yunanistan’da Simavna’da doğmuştur. Çelebi Mehmet’in kardeşi olan
Musa Çelebi’nin şeyhülislamlık makamına yükselmiştir. Çelebi Mehmet başa
geçince İznik’e sürgün edilmiştir. İbahacı[9] olarak
bilinen Şeyh Bedreddin, Yahudi olmalarıyla bilinen müritleri Börklüçe Mustafa
ve Torlak Kemal isimli şahıslar marifetiyle yaygın bir isyan başlatmıştır.
İsyan bastırılmış, kendisi Edirne’ye sürülmüştür. Yahudi dönmesi ve babasının
adı İsrail olan Şeyh Bedreddin, Edirne sarayında padişahın huzurunda muhakeme
olunmuş ve idam edilmiştir.[10]
SABATAY
SEVİ
İzmir’de
Mesihliğini ilan etmiştir ve burada daha fazla Yahudi olmamasından dolayı
Selanik’e intikal etmiştir. Edirne sarayında 4. Murat huzurunda ilmi münazara ve
sorgu sonrasında hayati tehlike görerek zahiren Müslüman olmuş Mehmet Aziz
Efendi adını almıştır. Cemaatinin adı Sabatayist veya Dönme olarak
adlandırılırdı.[11]
THEODOR
HERZL
19.
asırda Paris’te muhabirlik yapan Theodor Herzl, gazetecilik mesleğinden istifa
ederek, batıdaki nüfuzlu Yahudi ailelerin durumunu inceledi. Neticede
Filistin’e dönmek için yeteri derecede kuvvet topladıklarına hükmetti. Bunun
için öncelikle “Yahudi Devleti”[12]
ismiyle Almanca bir kitap yayınladı. Böyle bir davada 3 unsur belirledi.
Bunlar: 1. Fikir, 2. Kadro, 3. Para.
Theodor
Herzl fikirlerini duyurmak için 1897 yılında İsviçre Basel’de bir Yahudi
kongresi topladı. Bu, Yahudilerin Filistin’e dönme hareketini ifade eden
siyonizmin ilk kongresiydi. “Siyon” kelimesi Kudüs yakınında bir dağın adıdır.
Herzl Yahudilerce siyonizmin babası ve İsrail devletinin kurucusu kabul
edilmektedir.
Theodor
Herzl, Yahudi zenginlerini, bulunduğu yerde güvende olmadıkları konusunda ikna
ederek Yahudi devleti kurulması için destekçi olmalarını istedi. Özellikle
Yahudilerin en zengini olan Rothschild ailesini seçti. Önce bu ailenin bazı
kanunsuz işlerinin bir kısmını Münih’te bir gazetede yayınlattı.[13]
Sonra bu gazete küpürlerini alarak Rothchild’in iş merkezi olan Frankfurt’a
geldi. Bunları göstererek Almanların onun ticaretindeki istismarlarını
öğrendikleri takdirde kendisini mahvedeceklerini söyledi. Rothchild bunu
önemsemeyerek gerekirse diğer faaliyet merkezi Arjantin’e gidebileceğini
söyledi. Herzl, Arjantin hükümetinin kendisini Almanya’ya iade edeceğini ve
Yahudilerin bir devletinin olması zorunluluğu konusunda Rothchild’i ikna etti.[14]
Herzl eserinde şu şekilde anlattı: “Osmanlı
Devleti’nin pek çok dış borç var. Sen ise dünyanın en zengini olan bir
Yahudisin. Ben senin namına İstanbul’a gidersem padişah yatırım yapacağım
düşüncesiyle beni kabul eder, ben de ondan dış borçlarını ödemek mukabilinde
isteyen her yahudinin gidip Filistin’e yerleşme müsaadesini koparabilirim.”
Bu esas üzerine anlaştılar. Theodor Herzl bu maksatla birkaç defa İstanbul’a
geldi ve Sultan Abdulhamid ile görüştü.[15]
Abdulhamid Herzl’i oyaladıktan sonra: “Ecdadımın
kan dökerek aldığı toprakları benden para mukabili satmamı mı bekliyorsunuz?!”
diyerek huzurundan kovdu.[16]
Bunun üzerine Abdulhamid’i bertaraf etmedikçe emellerine ulaşamayacaklarını
anlayan Yahudiler, içeride ve dışarıda büyük bir karalama kampanyası
başlattılar.[17]
FİLİSTİN
TOPRAK SORUNU
Yahudiler,
Filistin’e yerleşme konusunda iki farklı çözüm buldular:
1. Filistin’de
birtakım Araplara rüşvet vererek arsa ofisleri kurdular. İsteyen herkesin
arazisini bedelini peşin ve kat-kat fazlasını ödeyerek satın almaya hazır
bulunduklarına dair ilanlar dağıttılar. Alıcılar Arap göründüğü için buradaki
hileyi kimse sezmedi. Araplar arsalarını satmak için kuyruğa girdi. Arazisini
satan Beyrut’a, Mısır’a ve Şam’a gitti. Bu durumu haber alan Sultan Abdulhamid
oraya bir heyet gönderdi. Bu heyet oynanan oyunu halka izah etti ve Yahudilerin
tezgahı olduğunu ifşa etti. Filistin’in kaybedilmemesi için Abdulhamid’in
şahsına geçirilen Filistin’deki araziler ve çiftlikler, İttihatçılar tarafından
millileştirildi. 1893’de Filistin’de taşınmaz alımı bütün
Yahudiler için yasaklandı. Bu tedbir karşısında yerli işbirlikçi Araplar
kullanılmaya başlandı. Resneli Niyazi bunu hatıratında açıkça ifade eder.[18]
2. Abdulhamid’in
tahttan indirileceği karar tebliğini 4 kişilik bir heyet bildirmiştir. Bu
heyette Emanuel Karasu bulunmaktadır. Abdulhamid’in kızının hatıratından: “Ben
Müslümanların halifesiyim. Bu makamda bulunmamı isteyip istememek Müslümanlar
için bir hak. Lakin Yahudi Karasu Efendi bu heyette ne sıfatla bulunmaktadır?
Suali üzerine heyettekiler başlarını öne eğdiler.” Zaten Karasu Abdulhamid’e
Yahudiler lehine toprak satın almak için teklifte bulunan bir kişi idi.
Viyana’ya kaçtıktan sonra oradan sultana mektup yazmış “seni hal edecek o
heyetin içinde beni de göreceksin”[19]
demiştir. Sultan’a 25 milyon altın teklif etmiş kabul edilmemiş ama o zamanki yönetime
400bin altın ile onları satın almış ve Selanik mebusu olmuştur. Bundan sonra
Abdulhamid siyonistin saltanatında, sadrazamından şeyhulislamına kadar
formasyon olan bir iktidarın gafil ellerine düşmüştür.
Enver Paşa “Biz
başlangıçtan beri meğer hep Yahudi emellerine hizmet etmişiz” demiş ve
yanındaki Kahya “Aman paşam bunu bu kadar geç mi fark ettiniz?” demiştir.[20]
HAİM
NAHUM
Robert
Kolejde Fransızca öğretmenliği yaptı, sonrasında hahambaşı oldu.[21] Lozan
konferansında İsmet Paşa’ya müşavir tayin edilmiştir. Lozan konferansında Lord
Gürzon, İsmet Paşa’ya “Türkiye artık Ceziretül Arap’tan vazgeçtiğine göre
mukaddes emanetleri Mekke’ye iade etmelidir.” tarzında bir konuşma yapmıştır.
İsmet Paşa siyaset icabı bu çıkışa sert bir tepki vermiştir. Lord Gürzon M.
Kemal Paşa Anadolu’ya geçmeden evvel yapmış oldukları pazarlığa aykırı bir yol
tutulduğunu belirterek Haim Nahum’u çağırttırmış ve İsmet Paşa’ya mesaj
göndermiştir: “Hilafet muhafaza edilecekse Türkiye ile sulh yapmayacağını,
bunun için kati bir cevap beklediğini, birkaç gün içinde beklediği cevap
gelmezse konferansı terk edeceğini” iletmiştir. Rıza Nur şu şekilde anlatır: “Haim Nahum’u İsmet Paşa ile birlikte yiyip
içerdi… Nahum’un İsmet Paşanın yanından ayrılmazdı. Şakalaşıp gülerlerdi. Yemek
sofralarına kadar girince İsmet Paşa’yı uyardım. İsmet Paşa sert çıktı. Bu
durumdan rahatsız olunca herkesin içinde Yahudi Nahum’u azarladım. Nahum bir
daha Rıza Nur varken yanıma çıkmadı. İsmet Paşa’yı tekrar uyardım, Yahudilere
güvenilmeyeceğini, bunun gibilerin fena işleri olduğunu, kendini küçük düşürme dedim.
Yemekte onu getirme yahut ben ayrı sofraya çekilirim. Yine dinlemedi. Ben başka
sofraya geçtim. Hahambaşı, İsmet’ten İzmir’de imtiyaz, istikraz işi, daha türlü
para dolabı istemiş. Nihayet Washington sefirliğini de istemiş. Lozan muhitinde
dolaşıyor. Herkese ‘İsmet teklifsiz ahbabımdır, sözümden çıkmaz” diyormuş.
Haberi aldım İsmet’e ‘Gördün mü?’ dedim. Cevap yok. ‘Kov bu herifi’ dedim.
İsmet bu işleri bana söylememiştir. Fenalaştı. Bu haham sonra Mısır’a gelip
Ayan azası olmuştur.” [22]
Lord
Gürzon’un teklifi konusunda karar merci M. Kemal Paşa’nın bizzat kendisindeydi.
Bu yüzden Lord Gürzon’a cevap verilmedi. O da konferansı terk etti. İngilizler
müzakereden çekilince diğerleri de birer ikişer dönmeye başlamışlardı.
Haim
Nahum, ölünceye kadar Mısır diktatörü Nasır’ın müşavirliğini yapmış, Mısır
siyasetinde büyük rol oynamıştır.
METR
SALEM
Rıza
Nur anlatıyor: “Metr Salem Lozan’da
İtalyan müşaviri. Yahudi malum. İstanbul’da Selanik Bankası İdare azasındandır.
Selaniklidir. Pek zekidir. Türkçeyi pek iyi bilir. Talat’ın baş dostu ve en
itimat ettiği adamdı. Lozan’da bu Salem düşman olarak karşımıza çıktı. Hele
Lozan’da öyle bir hareket yaptı ki; bu Türk vatandaşı geçinen herif, onunla
artık tamamiyle hain idi.” “… Gece yarısı oldu. İsmet’in odasından çıktım.
Önüme Metr Salem çıkageldi: ‘Sizi görmek istedim’ dedi. ‘Vaziyet pek vahim.
Frenkler konferansı terk ediyor. İngiltere, Fransa ve İtalyan, Türkiye aleyhine
harbe başlayacaklar. Müzakerelerinde işittim. Usulca size geldim. Size haber
veriyorum. Bu bana mukaddes bir vazifedir.’ Dedi. ‘Peki bu vartadan kurtulmak
için ne yapmalı?’ dedim. ‘İstediklerini verin biter’ dedi. Yahudiye kızdım ve
dedim ki: ‘Ulan domuz Yahudi! Yediğin Türk nimetleri gözüne dizine dursun. Git
o seni yollayanlara söyle! Türkler diyor ki, batmış geminin direği olmaz.
Türkiye batmış bir gemi idi. Ya tam kurtulur yahut batsın. Harp mi?
Buyursunlar… Anadolu’ya gelsinler de bir aslanca vuruşalım. Hadi defol!’
dedim.” “Aklıma geldi. Ya bu herif İsmet’in yanına giderse… İsmet her şeyi
kabul etmeye kalkar. Hemen odadan fırladım. Koşarak geldim. Bir de Salem’i,
İsmet’in yanında bekler görmez miyim? Burada ne arıyorsun dedim. Hiç sessiz
savuştu.”
İZMİR
İKTİSAD KONGRESİ
Haim
Nahum, İsmet Paşadan erken davranarak M. Kemal Paşa ile görüşmüş Hilafet
konusundaki malumatı anlatmıştı. M. Kemal Paşa o zamana kadar olan hilafet
konusundaki açıklamalarını bir anda değiştirdi. İşte İzmir İktisat
Kongresindeki konuşmadan: Fatih Sultan Mehmed’i, Yavuz Sultan Selim’i ve
Kanuni’yi anarak “bu azametli kudretli
padişahlar takip ettikleri siyaseti hariciyede kendi emelleri hırsları ve
arzularına istinat etmişleridir.” “Fatih’in arkasında serserilik etmiş…”[23]
Halbuki o, bundan az bir müddet önce 23 Ocak 1923’te “Hilafetin yalnız Türk halkına değil, bütün İslam Alemine şümulü olması
hasebiyle, bu makam hakkında karar vermek Türk Milletinin selahiyeti
haricindedir.” Kazım Karabekir anlatıyor. Başkomutanlık Kanununun kendisine
vermiş olduğu yetkiyle askerin yorgun olduğunu ifadeyle dört kura hariç olmak
üzere askerin terhisini lan etmiştir. Bu hareket teslim bayrağını çekmekten
farksızdır.[24]
Sonrasında
başkanlığı Kazım Karabekir’e bırakarak İsmet Paşa ile görüşmek üzere İzmir’den
ayrılmıştır. Fakat ayrılmadan önce ordunun yorgun olduğunu ifade ederek
terhisini ilan etmiştir. Bu yetkiyi ona Başkumandanlık Kanunu vermiştir. Bu
hareket İngilizlere karşı teslim bayrağını çekmekten farksızdır. Eskişehir’de
bekletilen trenle Ankara’ya kadar İsmet Paşa ile görüşmüştür.
HİLAFETİN
İLGASI
Konferans kesintiye
uğrayınca Meclis gizli bir celse akdetmiş ve bu celsede Hilafet meselesinden
habersiz olan muhalif ikinci grubun hatipleri, Lozan’da müzakerelerin Musul
meselesinden dolayı kesintiye uğradığını sanarak tenkitlerini o yolda
belirtmişlerdir. Hakikaten de İsmet Paşa Lozan’da misakı millliye dahil olan
Batum, Batı Trakya, Adalar, Kıbrıs, Antakya, Halep gibi yerlerin hiçbirini
istemezken sadece Musul için ciddi bir mücadele vermiş ve maalesef çeşitli
taktik hataları yüzünden onu da almayı başaramamıştır.
Kemal
Paşa Konya’da gazetecilere Musul’u vermek suretiyle de olsa İngilizlerle
anlaşmak gerektiğini alenen ifade edince İngilizler memnun kalmışlar ve Lozan
Konferansını tekrar toplantıya davet etmişlerdir. 24 Temmuz 1923’te imzalanan
Lozan anlaşmasından sonra İngilizler 7,5 ay hilafetin kaldırılması için
beklemişlerdir. 3 Mart 1924’te meclis yenilendikten sonra İngilizler 6 Mart
1924’te anlaşmayı tasdikte etmişlerdir. [25]
Haim
Nahum’un entrikaları sonucu gerçekleşen bu olaylar sonucunda Lozan’dan sonra
Türkiye’ye gelmeye cesaret edememiş, Mısır Hahambaşılığına gitmiştir.
ARAP
İHANETİ İDDİASI
Yavuz
Sultan Selim, Mısır’ın fethinden dönerken Yunus Paşa’yı “Bu kadar zahmet çektik,
Mısır’ı gene bir Çerkez’e verdik, çekilen emekler boşa gitti!” şeklindeki
sözleri nedeniyle idam etmiştir.[26]
Cihad-ı
Ekber fetvası, İttihatçıların elinde iradesiz bir oyuncak olan Sultan Reşad
tarafından ilan edilmiştir. Ayrıca tek kelime Türkçe bilmeyen Arap halkına,
Türkçe konuşmak mecburiyetini getirmişlerdir.[27]
1914’te
İngiliz himayesinde bulunan ve Türklere karşı savaşmak zorunda kalan Hintli
Müslümanlar, isyan ederek başlarındaki birçok İngiliz subayını katletmişlerdir.
Sonrasında da kurşuna dizilmişlerdir.
Türklere
silah çektiği söylenen Şerif Hüseyin Medine’yi teslim almaya geldiği zaman
emrinde 350 kişi vardı. Üstelik bunlar da öyle derme çatma insanlardır ki silah
depolarında Türk askerlerin nöbet tutmalarını rica etmişlerdir.[28]
İngiliz
oyununa gelen Şerif Hüseyin, Halifeliğe yükselme peşinde koşmuş ve bu amaçla
bir avuç insanı kullanarak isyan etmiştir. İngilizlerin o kadar desteğine
rağmen Araplardan yalnızca 350 adam isyan hareketine girişmiştir. Halbuki Türk
ordusundaki Arap bu sayıdan çok daha fazladır.
Celali
isyanları, ilk isyan eden grubun başında Celal isminde bir alevi bulunduğu için
bu ismi almış ve zaman zaman tekerrür etmiştir. Ancak kimse Anadolu Alevilerini
bizi arkamızdan vurmuş olmakla itham etmemektedir. Yunanla savaşta iken Konya,
Yozgat, Bolu, Düzce vs isyan etmiştir. Bugün kimse Konyalılara, Düzcelilere,
Yozgatlılara ihanet ithamında bulunmaz.
İngilizler
Şerif Hüseyin’in namına mücadele ettiler. Mısır’dan kaldırdıkları uçaklarla
Medine halkı üzerine propaganda broşürleri atmış ve bölge Şerif Hüseyin’e
teslim edilmediği takdirde Harem-i Şerif’in bombalanacağı tehtidinde
bulunmuşlardır. Bundan endişe duyan Araplar Fahreddin Paşa’yı Şerif Hüseyin’e
teslim etmişlerdir. Ceziretül Arap bu şekilde kaybedilmiştir.
Sonrasında
İngilizler Şerif Hüseyin’e sadece Hicaz krallığını vermiş, Irak’ı ayrı bir
devlet haline getirerek onun başına oğlunu(Emir Faysal) geçirmiş, diğer oğlunu
da Ürdün diye bir devlet kurarak onun başına geçirmiştir(I.Abdullah). Bu
bölünmüşlük şüphesiz Yahudi siyasi emellerinin icabıdır. Suudlar da devlet
kurmak istiyordu ve İngilizlere talepte bulundu. Şerif Hüseyin’in
sızlanmalarından sıkılan İngilizler onlara(Suudlara) silah vererek Şerif
Hüseyin’e saldırttılar. Şerif Hüseyin İngilizlerden yardım istemiştir. Cidde
limanında geminin hazır olduğunu ve kaçması gerektiğini haber alan Şerif
Hüseyin Kıbrıs adasına götürülmüş ve orada hatıratını, İngilizler tarafından
nasıl aldatıldığını yazmıştır. Suudlara bu ikram yahudinin Filistin’e
yerleşmelerindeki taahhüdün eseridir.
Şerif
Hüseyin’in oğlu(Emir Faysal) birçok defa Türkiye ile birleşmek istediğini,
ortak İslam federasyonu kurmak istediğini dile getirmiştir. Hatta bu konu M.
Kemal Paşa tarafından mecliste de dile getirilmiştir.
SUUD
BİN ABDÜLAZİZ
Suud
Devletinin kurucusu olan Suud bin Abdulaziz, Filistin’de veya herhangi bir
yerde Yahudi devleti kurulmasına muvafakat ettiğini ve hayatı boyunca
İngilizlerden ayrılamayacağını taahhüt etmektedir.[29]
Şammar aşireti bu emmelerini engellemiştir. Vehhabiliği benimsemiştir. Bugüne
kadar gelmiş geçmiş bütün suud kralları onun oğludur. Ekber evlad sistemi
uygulanmıştır.
KRAL
ABDULLAH
Şerif
Hüseyin’in oğludur. Ürdün’ün kralıdır. Yahudi, Şerif Hüseyin ve oğullarını ayrı
ayrı devletlerin başına geçirmişlerdir. Bunlar Hicaz(Ali Bin Hüseyin), Ürdün(Kral
Abdullah) ve Irak(Emir Faysal). Ölene kadar Yahudi adına çalışmıştır. Batı
Şeria Kral Abdullah tarafından ele geçirilmiştir. İki tarafı da ele geçiren
Yahudi Filistin devleti kurulmasını engellemiştir.[30]
İNGİLİZLERİN
FİLİSTİN’İ İŞGALİ
Filistin
cephesinde üç ordumuz vardı: Dördüncü, yedinci ve sekizinci. Bunlardan ortada
bulunan yedinci ordunun ani bir surette geriye çekilmesiyle İngilizler dördüncü
ve sekizinci orduları imha ettiler. Asker perişan halde Şam’a çekildi. Fakat
burada da tutunamayıp kafileler halinde Kuzey’e ilerlediler. İngilizler
kuvvetlerini ikiye ayırdı. Bir kısmını Musul’a bir kısmını Filistin’e doğru
harekete geçirdi. Tarih 1918’in Eylül ayıydı. Bu askeri mağlubiyetin
neticesinde devletimiz 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi’ni imzaladı. İşgaller
Filistin hezimeti dolayısıyla imzalamaya mecbur olduğumuz Mondros Mütarekesinin
7. Maddesine dayanarak olmuştur(İtilaf
devletleri güvenliklerini tehlikede gördükleri stratejik yerleri işgal
edecekler.).
Misak-ı
Milli, 20 Ocak 1920’de son Osmanlı Meclisi Mebusanında kabul edilmiş bir
vesikadır. Misak-ı Milli hudutları, bugünkü hudutlarımız değildir. Çünkü bu
vesika, 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesinin imza edildiği anda fiilen
veya hukuken bizim olan yerleri “asgari vatan” ilan etmekte ve bunlardan asla
vazgeçilmeyeceğini bildirmektedir. Buna göre Batum, Batı Trakya, Ege adaları, Kıbrıs, Antakya, Lazkiye, Halep ve
Musul Misak-ı Milli’ye dahil olduğu halde Lozan’da peşkeş çekilmiştir. Lozan’nın
değerlendirilmesi Sevr projesine(İnönü ve M. Kemal proje der) göre değil,
Misak-ı Milli’ye göre olmalıdır.
Musul,
Misak-ı Milli’ye dahildir. Çünkü İngilizler orasını 2 Kasım 1918’den itibaren
işgal etmiştir.
İngiliz
kuvvetleri Yıldırım Ordular cephesindeki hezimetten istifade ederek Kudüs’e
girdiklerinden az bir zaman sonra o günkü İngiliz Harici Nazırı Lord Balfour
bir beyanname yayınlayarak isteyen yahudinin rahatça Filistin’e
yerleşebilmesine kapılarını ardına kadar açmıştır. Bu vakıalar Filistin’in
kaderinde bir dönüm noktasıdır. İngiliz Kraliyet Hükümeti Dışişleri Bakanı Lord
Balfour tarafından Rohtchild’e mektup yazılmıştır: “Sevgili Lord Rothschild. Majestelerinin, Filistin’i Yahudilerin
kendilerine vatan olarak kurabileceklerini hassaten tavsiye edeceklerine bütün
kalbimle eminim. Yeni yerleşen Yahudiler aynı zamanda eskileri gibi siyasi
faaliyetlerde dahi bulunabileceklerdir.” Bu beyannamenin ardından Yahudi toplulukları
akın akın Filistin’e yerleşmeye başlamışlardır. Filistin toprakları da dahil
iki İngiliz hükümeti tarafından da Araplara vaat edilmiştir.[31]
İki
taraflı siyaset ile işi yürüten İngilizler çözümü Filistin’de Federal bir
Arap-Yahudi devleti kurmakta buldu.[32]
Kurulacak devlette Araplar üçte iki ekseriyetle temsil edilecekti. Lakin devlet reislerinin bir Arap olmasını
kabul etmediler. Çareyi şu şekilde buldular: Kurulacak Federal Arap-Yahudi
devletinin devlet reisi Osmanlı şehzadesi olmalıdır. Bunu Yahudiler uygun
gördüler. Arapların da uygun göreceği tahmin olunuyordu. Osmanlı şehzadeleri
bir bir ele alındıktan sonra Mısır’da ikamet etmekte olan Şehzade Mahmud Şevket
Efendi üzerinde karar kıldılar. Kendisi
Sultan Aziz’in oğlu Seyfeddin Efendi’nin oğludur. Hanedan dağıldıktan sonra
Mısır’daki halasının yanına yerleşmiştir. Vasıflı, iyi yetişmiş bir insandı.
Sonrasında Nasır tarafından tard edildi(sürüldü). Sonrasında Fransa’ya
yerleşti. Burada Araplara rehabilitasyon hizmeti veriyordu. 12 dil bilen kızı
Nermin Sultan tercümanlık yapıyordu.
ŞEHZADE
MAHMUD ŞEVKET EFENDİ
Kendi
ses kaydı yazıya geçirilerek bir röportaj yapılmıştır: “Zannedersem 1948 senesiydi. İngilizler, Filistin’den çekiliyordu.
Çekilmeden önce, orada yerli bir hükümet kurmak istemişlerdi: Bir Filistin
Hükümeti. Fakat bu ne Arap ne de bir Yahudi hükümeti olacaktı. Şüphesiz orada
büyük bir çoğunluk Araplardandı. Gayet az bir Yahudi vardı. Hikayesi uzundur.
Araplar bunu kabul etmediler. … Yahudiler kabul ediyor ve büyük bir tehalük gösteriyorlardı.”
İlk teklif Mısır kraliyet ailesinden Prens Abbas Halim’e edilmiş. O bu teklifi
kabul etmemiş. “Kurulacak bir Filistin
devletinde devlet reisi olmayı kabul eder misiniz?”(Yahudi soruyor) “Dedim ki ‘bunun cevabı öyle birden bire
verilmez. Verilirse ciddi bir iş olmaz’ Bana müsaade edin, bir iki gün sonra
size haber veririm.’ Dedim. İngilizlerle irtibattaydım. İngilizler kabul etmemi
söyleşmişti. Ben bu işe girişmek niyetinden değilim. Böyle ihtilaflı bir
meseleye girmek istemem. Araplarla temasa geçerek Arapların bu konudaki
düşüncelerini almamı istedi. Araplarla
iyi olan Aziz Mısri Paşa’ya sordum. Son derece memnun oldu. Paşa Araplara
‘Bakınız, yarın Araplarla Yahudiler arasında patlayacak olan uzun mücadelenin
en kestirme yolu budur. Yoksa ileride daha fena olacaktır.’ Dedi. O toplantıda
muhatapların çoğu paşaya evet dedi. Müftü ile konuşacaklarını beyan ettiler.
İngilizler, Filistin’i Yahudilere terk
ederek çıkmak istememişlerdi. Araplar ‘İngilizler bizi kandırdılar sonra da
Filistin’i Yahudilere bırakıp çıktılar’ diyorlar. Bu iddialar asılsızdır.
“Evet” diyenler Araplarda daha fazlaydı. Hayır diyenler yüzünden ipe un sermeye
başladılar.” Müftü Türklere “Meseleden haberim var. Başımıza gelecek belayı
önlemenin en kestirme yolu budur.” Dedi. Müftü mektup yazdı ama kafi gelmedi.
Müftü Araplara başka konuşmuş. İngilizle ordusunu arkasında alarak Araplara karşı
savaşarak devlet kurma talebinde bulunmuş ancak reddetmiş.
İngilizler
“ne haliniz varsa görün” kabilinden Filistin’den çekildi. Yahudiler de 14 Mayıs
1948’de tüm dünyaya Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulduğunu ilan ettiler. Yükselen
yıldız olan Amerika’yı destekçi olarak aldılar(1968). Amerika’nın karşısında
olan Rusya da hedef haline geldi ve Rusya(SSBC) Yahudi tezgahıyla çöktü.[33]
YAHUDİLERİN
KOMÜNİST RUSYA’YI YIKMASI
İngilizler
çekildikten sonra Filistin topraklarında Araplarla karşı karşıya kalan
Yahudiler nüfuslarını Filistin’de toplamak istediler. İstisnalar hariç
Yahudiler dünyanın dört bir yanında müreffeh içinde yaşamaktaydılar. Bu süreçte
Rusya’da Stalin devrinde sıkıntı çeken Yahudileri sıkıntıdan kurtarmak ve
topraklarına Yahudi nüfusunu çekebilmek için Rusya’ya karşı harekete geçmeye
başladı. Öncelikler Komünist Çin’i BM’ye aldırdılar. Amerika ile Çin arasında
diplomatik süreçleri işlettiler. Dünyada
o güne kadar komünist hareketin lideri olarak kabul edilen Rusya, bu mevkii
Çin’e kaptırma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Rusya da Yahudilerle anlaşma
yaparak Yahudilerin Filistin’e peyderpey gitmeleri hususunda taahhütte bulundu.
Araplara da bu taahhüdü kâğıt üzerinde bıkacağını söyleyerek iki tarafı da
memnun etmeye çalıştı. Bu süreçte israile gitmek isteyen Yahudiler engellendi.
Bunu gören Yahudiler Rusya’ya 25 sene zarfında gerçekleşecek çökertme planı
tatbik ettiler. Önce Amerika’da başlamış olan feza çalışmalarını Yıldızlar
Harbi palavrasıyla Rusya’ya endişe verdiler. Rusya da geri kalmamak için o da
feza çalışmalarına ağırlık verdi. Bu uğurda 15-20 milyar dolar sarf ettiler.
Afgan mücahitlerinin de saldırmasıyla Rusya 5 milyar dolar daha kaybetti. Bu ve
benzeri hadiseler dolayısıyla Rusya’nın ekonomisi çöktü. Karnını doyurmaya bile
gücü yetmiyor diye de Komünizm çöktü. Amerika’dan maddi yardım talep edildi.
Kabul edilmedi. Bu süreçte israile yerleşmek üzere olan 200bin Yahudi Almanya’ya
siyasi mülteci olarak yerleşti.
PKK
PKK,
Kürt görünüşlü bir Ermeni hareketidir. Abdullah Öcalan’ın anası da babası da
Ermenidir. Onların davası ancak Türkiye’nin AB’ye girmesi ile Güneydoğuda arazi
satın almak ve oraya yerleşmektir. Rahmetli Özal zamanında Amerikalılar Van’da
bir köy alma girişiminde olmuşlardır. Güçlükle önlenebilmiştir. Yahudilerin
arzı mevud içerisine de bu güneydoğu Anadolu girmektedir. Ermenilerle bu konuda
yarışmaktadırlar. Türkiye’nin AB’ye girmesi ile güneydoğunun Yahudiler
tarafından alınması adeta imkânsızlaşacaktır. Yahudi AB karşısında bu
toprakları almakta daha da zorlaşacaktır. Türkiye yerine bütün AB ile karşı
karşı karşıya gelecektir. PKK’nın Ermeni hareketi olduğunu bilen Avrupa ise
kendilerince doğru hareketle bu oluşumu desteklemektedir.
Ermeniler
PKK’yı 3 maksatla vücuda getirmişlerdir:
1. Kürtlerden
Ermenilerin intikamını almak. Zira tarihte Ermeni Katliamı adıyla ayyuka
çıkarılmış olan hadise Kürt aşiretlerinin işidir.
2. Bölgede
Kürt nüfusunun ölüm veya hicret sebebiyle azaltılmasını sağlamak. Çünkü bu
takdirde Ermeniler oraya taşınacak ve Ermeni nüfusu orada çoğalacaktır.
3. Araziyi
ucuzlatmak. Çünkü Ermeniler burasının AB’ye dahil edilmesi ile parayla satın
almayı planlamaktadır. Yahudiler PKK’ya karşı Kuzey Irak’ta Kürtçü hareketleri
desteklemektedir. Hatta bölgede Kürtleşmiş Yahudiler oluşmuştur. Berzani
Dosyası adlı kitaba bakınız(Hulusi Turgut). Yıllardır Uğur Mumcu Cinayetinin
sebebi de budur. Kardeşinin televizyonlarda ifşa ettiğine göre Uğur Mumcu
Kürtçü Berzani hareketine senede 50 milyon dolar yardım yaptığı ortaya çıktı.
Uğur Mumcu da bu desteğe kurban gitti. [34][35][36]
Ek bilgi: Barzani
ailesi haham yetiştirmekle ünlü bir ailedir. Yahudi güdümlü Molla Mustafa
Barzani ile bu Barzani hareketi genişlemiştir.
11
EYLÜL DARBESİ
İsraile destek vermesi
nedeniyle başı ağırmış olan Amerika’da özellikle Demokratların içerisinden
Filistinlilerin bir devlet kurması gerektiği fikri hasıl olmuştur. İki devlet
olacak ve birbirleri ile mübadele edecekler, bu sorun da çözülecekti. Clinton
bitmeyen bu Ortadoğu’daki savaşı bitirmek için Filistinlileri muhtariyetten
devlet olma durumuna geçirmek istedi. Bir Yahudi kızı olan Monica’yı Clinton’a
musallat ederek onu siyaset arenasında kepaze ettiler.
Cüzi
bir farkla kazanan Bush da Clinton’ın yolundan gitmeye başlayınca Yahudilerin
cevabı 11 Eylül Darbesi olmuştur. İki temel delilleri şunlardır:
1. İkiz
kulelerde öteden beri 4.000 yahudi çalışmaktaydı. O gün Cumartesi de
değildi(yahudiler Cumartesi havraya giderler). O gün Salı’ydı. Bu kişilerden
hiçbirisinin ölmemiş olması tesadüfle açıklanabilir bir durum değildir.
2. 11
Eylül 2001’de İsrail Başbakanı Amerika’da olacaktı. Aylar öncesinden tayin edilmiş
randevu bir gün evvel ani bir suretle iptal edildi.
3. Ek
bir takdiri delil olarak Pentagon gibi Amerika’nın ve hatta dünyanın en iyi
korunan bir müessesesini böylesine tahrip etmek, Amerikan idare ve siyasetinin
kılcal damarlarına kadar sızmış bulunan yahudiden başkası değildir.
4. Ek
olarak kulelere çarpan uçağın uçuş kodunda ölüm işareti ve İsrail simgesi var.
Bu gerçekleri bugün Amerika’nın
üst kademe idarecileri hiç şüphesiz kâmilen bilmektedirler. Lakin ifşa
edemezler. Aksi halde çok büyük bir bedel öderler.
KADER
PERSPEKTİFİNDEN TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ
Önce Geçmişe Bakış:
Türk milleti İslam’dan önce harp, darp, cenk, kavga cihangirlik
içindedir. Çin seddi bu gerçeğin fiili bir delilidir. Bunun İlahi bir tanzimle
müthiş bir hazırlık olduğunu görebiliriz. “İslam Müdafiliği” için bir liyakat
kazanma safhasıdır. Tıpkı Araların İslam’dan önce belagat ve edebiyat hevesleri
ile Arapçayı geliştirerek onu İlahi iradeyi anlatabilecek bir kemale
ulaştırması gibi. Eski Araplar da şiir yarışmalarında nefes tüketirken kederin
hesabından habersizdi.
Bazen kahırlar lütufların içinde saklıdır. Bazen de lütuflar
kahırların içinde saklıdır. Örneğin: Moğol istilası İslam aleminin yıkılmasına
sebebiyet vermiştir. Zulüm denildiğinde ilk akla gelenlerden Hulagu Bağdat’ta dini
ve ilim eserlerini kerpiç gibi kullanarak kendisine saray yaptırmıştır. Ancak
bu müthiş istila sonucu Müslüman Türk kitleleriyle Anadolu’nun Türkleşmesi ve
İslamlaşması neticesi doğmuştur. Böylece zaafa uğramış olan İslam dünyasına bir
“taze kan” olarak Türk unsuru katılımı sağlanmıştır.
Osmanlı Devleti’ni kurmuş olan “Kayı Han Aşireti” de bu suretle
Türkistan’ın Mahan Bölgesinden çıkarak batıya yönelmişleridir. İlk
istikametleri Ceziretül Arap idi. Reisleri Süleyman Şah, Fırat nehrinde
akıntıya kapıldı. Aşiret mateme kapıldı. Süleyman Şah’ı toprağa verdikten sonra
istikametlerini uğursuz geldiğine hükmederek Ahlat’a çevirdiler. Eğer Suriye’ye
gitselerdi diğer Türk aşiretleri gibi kaybolup gideceklerdi. Etraf hep Müslüman
iken kiminle mücadele edip yükseleceklerdi? Ahlat’ta kendisine müracaat
ettikleri Selçuklu Sultanı yerleşmeleri için Söğüt ve Domaniç’i gösterdi. Bin
kilometre yol yapma mecburiyetinde kaldılar. Halbuki önü küffar olan bu
mıntıkada onların cihat ve kabiliyetlerine engin bir saha açıldı. Bu kahrın
içine saklanmış bir lütuftu.
Söğüt’e yerleşen Kayı Han Aşiretinde arka arkaya 10 lider deha
üstü şahsiyet olarak tarihte rol aldı(Osman Gazi’den Kanuni’ye). İnsanlar
çocuklarını seçmiyor. Tıpkı akıntı istikametinde giden bir kayık gibi kader yar
ve yaver oldu: Osmanlı bu şekilde yükseldi.
Geleceğe Bakış:
Bir devlet üç esas ile büyük olur:
1. Âlemşümul
bir mefkûre yani alem çapında bir ideal.
2. Geniş
ve stratejik imkânlara haiz bir ülke.
3. Büyük
bir nüfus.
Tarihte bu üç şartı
taşıyan devletler süper güç olabilmişlerdir. Biz de böyle idik. Bunların hepsini
iç ve dış düşmanların iradeleriyle kaybederek bugünkü amaçsız Türkiye haline
geldik.
aa. Âlemşümul Mefkûre:
Bizim için büyük bir
devlet olmanın birinci şartı olan mefkûre: İslam’dır. Sene 1920. İstanbul
düşman işgalindeki kumandanlardan biri de Franse Despere’dir. Fatih Hz. Taklit
ederken İstanbul’da Beyoğlu’nda beyaz bir at sırtında alkış aldı. Beyoğlu o
zaman Rum esnafından oluşuyordu. Yunan bayrakları ile donatılmış Beyoğlu’nda Franse
Despere’yi “Zito Venizolos” yani “Yaşasın Venizolos” şeklinde alkışladılar.
Venizolos Yunan Başbakanı idi. Bu durumdan müteessir olan bir Müslüman İstanbul
haritası bastırdı. Bunun üzerine küçük sembollerle camileri koydu. Altına
cetvel ile camilerin adlarını yazdı. Numaralandırılmış camilerin adedi 930
küsurdur. 1.000 bile değil. Haritanın üzerine yazdı ki “Bu şehir kimin?”.
Altına da soruya cevap yazdı: “Bu eserler kiminse, bu şehir onundur.” Bununla
“şehri biz vatan yaptık, onu milli ve dini eserlerle bezedik.” Demek istiyordu.
Gizlice bunu Franse Despere ve Rumları protesto amacıyla apartman kapılarından
içeriye attırdı.
1920’de İstanbul’daki
ikamet süresimiz 467 sene idi. O zaman zarfında cihat servetiyle İstanbul’da
inşa edilen cami adedi takriben 1.000 iken; 1950’den günümüze kadar(kitap
2004’te yayımlandı) zayıf Müslümanların inşa ettirdiği cami adedi 2.500’dür. 25
kat daha fazla. Sevki kaderle. Akıntı bizim kayığın seyri istikametinde devam
ediyor.
bb. Geniş ve Stratejik
Bir Ülke:
İlk defa 1699 “Karlofça
Anlaşması” ile fakat büyük ölçüde 1974 “Kaynarca Muahedesi” ile toprak
kaybettik. Kaynarca milli tarihimizde bir dönüm noktasıdır. O tarihten itibaren
tam iki yüz sene sürekli vermişiz. Ta ki 1974 Kıbrıs Harekâtına kadar. Nasıl?
Sevki kaderle:
En büyük arazi kaybına
uğradığımız dünya savaşında devletimiz Lozan’da gayri tabi hudutlara razı oldu.
Kıbrıs’ı İngilizlere, On iki adayı İtalyanlara, diğer birçokları ile birlikte
Antalya’nın önündeki Meis adasını Yunanlılara terk edildi. Misakı Milliye dahil
olan Batum Ruslara, Musul İngilizlere Batı Trakya Yunanlılara verildi.
İngilizler, İkindi
dünya savaşı sonunda bazı müstemlekeleri ve Kıbrıs’ı terk kararı alınca Türkiye
burayı dava etmedi. Ancak bizim dışımız zuhur eden iki müessir Türkiye’yi
Kıbrıs’a sahip çıkmaya zorladı. 1. Hürriyet gazetesinin sahibi Sedat Simavi
şahsi bir meselesi nedeniyle Rum düşmanı oldu ve ülkede onun hakkında sürekli
yazılar yazdı. Halkın reyine tesir etmesi ile Türk siyasileri mecbur oldu. 2.
Rumlar sabırsız davrandılar ve Türkleri asıp kesmeye başladılar. Katliam
dünyaya yayıldı. Rum komünisti ihtilal yaptı Makarios’u devirdi. Kıbrıs Küba
gibi olacaktı. Amerika Akdeniz’de bir çıbanbaşı istemedi, bu yüzden Türkiye’ye
yeşil ışık yaktı. Bakınız nasıl da bizim dışımızdaki sebepler Türkiye’yi
mecburi bu yola sokuyor.
Sonuç olarak ikinci
şart olan geniş ve stratejik bir ülke 1974’ten sonra dönüş vetiresini başlattı.
cc. Nüfus
1520’de Kanuni Sultan
Süleyman tahta geçtiğinde 12 milyon kilometrede Müslim-gayimüslim 40 milyondu.
Takriben 400 yıl sonra bu nüfus ancak 60 milyon olabilmiştir. Yani Kanuni’den
beri 400 yılda bu 40 milyonluk nüfus, %50’lik artışla ancak 60 milyon
olabilirmiştir. Hâlbuki Yunan harbinden sonra seksen km karelik vatan
parçasında 10 milyonluk bir nüfus yaşamaktaydı. Bugün bu nüfus 70
milyondur(2004). %700 bir artış göstermiştir. Hem de 400 senede değil 80
senede.
Hem de Kanuni devrinde
hayat daha ucuzdu. Birden fazla kadınla evlenmek daha fazla idi. Nüfusun
artışını önlemek için doğum kontrolü vs de yoktu.
Bu durumun aklen ve
mantıken izahı mümkün değildir. Hızır a.s. kayığı delmesi gibi Türkiye’nin
kayığı delinmiş ve daha büyük tahribatlar önlenmiştir. Avrupa birliğine giriş
bizim maddi imkânsızlıklardan durmuştur.
Osmanlı’nın son
zamanlarına doğru ahlaki ve imani bozulmalar başlamıştı. Osmanlı devam etse
bile bu bozulma bu kadar olmasa bile fazlalaşacaktı. O zaman bütün bu bozulma
İslam’ın itibarına zarar verecekti.
Köyse gençlerin giydiği
“güveyilik elbisesi” olur. Düğünden sonra bu elbise saklanır, normal günlerde
giyilmez. Ancak şehre inildiğinde anılır. Böyle bir kimse bu elbise ile
ameliyat masasına yatmak için müracaat etse ondan bu elbiseyi çıkartırlar ve
yerine pijama vs giydirirler. Çünkü ameliyat neticesinde kan, irin vs boşalacak
ve elbiseyi kirletecek. Kıymetli bir elbisenin bu şeklide kirlenmesi makul
görülmez. Pijama ise iş bittikten sonra kesilip atılabilir. Türkiye de aynen
böyle olmuştur. Ahlaki bir bozulma nedeniyle yakın bir gelecekte manevi bir
ameliyatı icap ettireceğinden Allah azze ve celle İslam’ı ref etmiş, onun
yerine bugünkü batıl düzeni teessüs etmiştir. İslam bu yolsuzluk ve
ahlaksızlıktan mesul değildir. O iktidarda da değildir.
Bize düşen vazife maruz
bulunduğumuz zulümlere sabır ve tevekkülle katlanarak; bunun kendimizin ve babalarımızın
günahlarına kefaret teşkil edeceği güne kadar hazırlığımızı yapmaktır.
BÜYÜK
ORTADOĞU PROJESİ
Bu
dava aslında “İslam Alemi Projesi”dir. Neden İslam alemi yerine Ortadoğu sözü
kullanılmıştır? Bu, sadece ce sadece Yahudi emellerini setr içindir. Burada
İsrailin eylem planı kadar Amerika’nın da buralarda menfaati bulunmaktadır. Amerika’nın
menfaati bu alemin tabii kaynaklarının istismarıdır. Amerika petrolünü bu
topraklardan çıkarmaktadır. Afganistan’a yerleşme sebebi ise Çin ve Hindistan’ı
kontrol altında tutabileceği bir üsse sahip olmaktır.
Amerika,
girdiği her Ortadoğu memleketinde “Çirkin Amerikalı” hüviyetiyle çıkınca
emellerini resen ulaşmak yerine bir vasıta mecburiyeti hissetmiş ve bunun için
de Türkiye’yi bulmuştur.
Şu
durumda Ortadoğu petrollerinin işbaşındaki idareciler tarafından büyük
ekseriyetle gasp edilmiş olmasından daha kötü olmayacak bir Amerikan planına
neden karşı çıkalım? Irak petrollerini Amerika çıkarsa herhalde Irak halkına bu
yerli işgalcilerden daha fazla pay vereceği muhakkaktır.
Şu
ihtiyaç ve yerli halklar tarafından kendilerinin müstevli görülmesi sebebiyle
yerli partnere ihtiyaçları mutlaktır. Bunun ilk keşfedeni Amerika değildir. AB
de aynı ihtiyacı hissetmekte ve bizi Amerika’ya kaptırmamak için kapısında
oyalamaktadır.
NETİCE
Allah,
bir milleti yükseltmeyi murad ettiği zaman içte ve dışta sebepler halk eder.
Türkiye’nin geleceğine en büyük engel teşkil eden İsrail, bütün dünya için
Filistin’de temadi eden zulümleri dolayısıyla daha müşahhas bir düşman hüviyetiyle
tezahür etmektedir. Dünyadaki bütün milletler sabahtan akşama kadar
Filistin’deki zulümleri seyretmekte ve idareciler buna sessiz kalırken, dünyada
Yahudi aleyhtarlığı an-be-an daha şiddetli bir surette şartlanmaktadır. Diğer
taraftan on-onbeş yaş altındaki Türk çocuklarına dikkat edilirse zekâ, feraset
ve dirayet itibariyle tarihte misli görülmemiş bir mükemmellik arz etmektedir.
Yakın
bir gelecekte dünyada iki büyük güç kalacaktır. Bunlardan bir Yahudi
enternasyonali gücüdür. Bunun kaptanı mutlaka Çin’dir. İkinci enternasyonal güç
ise İslam’dır. Onun kaptan gemisi ise Türkiye olacaktır. Karşı karşıya gelen
galebenin “İSLAM” şeklinde tecelli edeceği bellidir.
En doğrusunu Allah bilir.
HAZIRLAYAN: AVUKAT SEYFETTİN ARAT
[1]
İstanbul’da Mason derneklerinin merkezinin bulunduğu sokağın adı “Nur-i
Ziya”dır.
[2] Yuhanna,
Bab, ayet: 44.
[3] Deizm
inancına göre Allah, kâinatı yarattıktan sonra onunla alakası kesilmiştir. Bu
alemde artık iradesi yoktur(Haşa).
[4] Prof.
Dr. Hikmet Tanyu, Mufassal eseri, Doç. Dr. Yaşar Kutluay “İslam ve Yahudi
Mezhepleri” ve “Siyonizm ve Yahudi Mezhepleri” isimli eserleri.
Doç. Dr. Yaşar Kutluay bu eserlerinden sonra 38
yaşında Silifke sahillerinde bir balıkçı kayığı ile gezinti yaparken şaibeli
şekilde kaybolmuş ve cesedi bile bulunamamıştır.
[5] Celal
Tevfik Karasapan, Filistin ve Şark’ul-Ürdün, c.1, İstanbul, 1942, s.14.
[6] Louis
Marschalko, Yahudi, İstanbul, 1993(Eserin orijinal ismi “The World Conqueror”).
[7] Bkz.
Prof. Dr. İsmail Hikmet Ertaylan, Fatih ve Fütühatı, İstanbul, 1966.
[8] Bkz.
Franz Babinger, “Venediklilerin Fatih’i Zehirleme Teşebbüsü”, Hayat Tarih
Dergisi, s: 2, 1965, İsmail Hakkı Ertaylan.
[9] Her şeyi
helal sayan, haramları kabul etmeyen, komünist fikirlere yakın bir anlayış.
[10] Şeyh
Bedreddin hakkında yegâne biyografik eser eski Diyanet İşleri başkanı olan
Prof. Dr. Şerafeddin Yaltkaya tarafından yazılmıştır.
[11] İbrahim
Alaettin Gövsa, “Sabatay Sevi”, SemihKitapevi.
[12] Bu eser
Sedat Demir tarafından “Yahudi Devleti” adıyla Türkçe’ye tercüme ve neşredilmiştir(İstanbul,
2007).
[13] Bu
neşriyat oradaki Yahudi aleyhtarı fikirlerin yayılmasına sebep olmuştur.
[14] Teodor
Herzl, “Der Juden Statt”, Türkçe tercümesiyle “Yahudi Devleti” adında Almanca
kitap yayınladı.
[15] Teodor
Herzl’in bugün Kudüs’te Yahudilerce muhafaza edilen bir hatıratı var. Bu
hatıratı tetkik etme fırsatı bulan ilahiyat doçenti Yaşar Kutluay, bundan
Türkiye’mizi alakadar eden kısımları seçerek “Siyonizm ve Türkiye” ismiyle
yayınlamıştır. Bu değerli araştırmacı 1969 yazında Antalya sahillerinde bir
kayık gezintisi sonucu kaybolmuştur.
[16]
Tafsilat için bkz: Kadir Mısıroğlu, “Biz Mazlum Padişah: Sultan II.
Abdulhamid”, İstanbul, 2007, sh:351 vd.
[17] Abdulhamid’in
Filistin’e Yahudi muhacir kabul edilmemesini emreden tezkere kaynaklardadır.
[18]
“Hatırat-ı Niyazi Yahud Tarihçe-i İnkılabı Keibr-i Osmani’den Bir Sahife”,
İstanbul, 1326.
[19] Karaso,
“Sultan Abdulhamid’e Açık Mektup”.
[20] Enver
Paşa’nın, Rusya’ya giderken, eşini misafir olarak bıraktığı kayıkçılar kâhyası Yahya
Kaptan’ın fedailerinden Celeboğlu Mustafa’dan nakli.
[21] Esther
Benbassa, Son Osmanlı Hahambaşısının Mektupları, Tercüme: İrfan Yalçın,
Milliyet yayınları, İstanbul, 1990.
[22] Rıza
Nur, “Hayat ve Hatıratım”.
[23] Bknz:
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri 2, Ankara, sh:101.
[24] Kazım
Karabekir Anlatıyor, Yaınlayan: Uğur Mumcu, İstanbul, 1994, sh:71.
[25] Geçmişi
ve Geleceği ile Hilafet, Kadir Mısıroğlu, İstanbul, 1993.
[26] Dr.
Ahmet Mumcu, Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl, Ankara, 1963, sh:31; Dr.
Selahattin Tansel, Yavuz Sultan Selim, Ankara, 1969, sh:203. O devre ait eser:
Süheyli, Varak 48B: Ali, Varak 263.
[27] Şerif
Abdullah, Hatıratım, Kudüs, 1945. Bu hatırat Türkçeye “Osmanlı’ya Niye İsyan
Ettik?” adıyla da tercüme edilmiştir.
[28] Kaşif
Kıcıman, Medine Müdafaası, İstanbul, 1994, sh:473-74.
[29] Mühürlü
beyanı kitapta geçmektedir.
[30] Cevat
Eroğlu, a.g.e., sh:58
[31] Philip
Knightley-Colin Simpson- a.g.e., sh:161.
[32] The
Arap Awakening p. 179, (Arap Uyanışı)
[33] Philip
Knightley-Colin Simpson- a.g.e., sh:161-166.
[34] Barzani
Dosyası, Hulusi Turgut, İstanbul, 1969.
[35] Prof.
Dr. Yona Sabar, Kürdistan Yahudilerinin Halk Edebiyatı Antolojisi.
[36] Cevat
Eroğlu, a.g.e.sh:83.
Yorumlar
Yorum Gönder