Bir Adam Yaratmak - Necip Fazıl Kısakürek


   Kimine göre deli, kimine göre şizofren, kimine göre fazla düşünceli, kimine göre fazla akıllı bir adam. Bizim oralarda bir söz vardır: “Ayağını sıcak tut başını serin, gönlünü ferah tut düşünme derin”. İşte bizim Hüsrev abimiz bu atasözünü ya hiç duymamış ya da aldırış etmemiş. Bozmuş kafayı ölümle. Sabah kalkıyor ölüm, akşam yatıyor ölüm. Peki nedir Hüsrev Bey’e bu kadar ölümü hatırlatan, onun sürekli ölümü düşünmesini sağlayan? Babası… Daha doğrusu babasının kendini incir ağacına asarak intihar etmesi. Bizim kahramanımız Hüsrev Bey de ne yapsın? Daha sekiz yaşındayken babasını incir ağacına asılı görür de delirmez mi? Kim olsa delirir.
   Necip Fazıl’ın en önemli piyeslerinden olduğunu düşündüğüm eser. Yazar bu eserini kaleme alırken bu kadar metafizik düşünce içerisinde tasavvuf düşüncesinin de etkisini göstermiş. Necip Fazıl’ın bu eserini şeyhi Abdülhakîm Arvâsî(Hz.) ile derin sohbetler sonrası yazdığı söylenmektedir. Şeyhi ile tanıştıktan sonra tasavvufi düşüncelere yönelen yazar, İslami düşüncelere de şeyhi ile tanıştıktan sonra yönelmiştir. İstanbul’da kapalı gişe ile oynayan bu tiyatro eseri, toplum tarafından büyük ilgi görmüş, eserin ilk sahnelenmesi de Muhsin Ertuğrul tarafından gerçekleştirilmiştir.
   Kitabı bitirdikten sonra ölüm korkusunun bu kadar buhranlı bir şekilde işlendiğini görünce “acaba Necip Fazıl da mı ölüm korkusu ile bu düşüncelere sahipti?” dedim kendi kendime. Çünkü ölüm üzerine bu kadar derin düşünceler ancak bu korkuyu yaşayan biri tarafından anlatılabilir. Hatta kitaptan alıntı dahi yapabilirim:
“TURGUT - Derler ki, Bazı sanatkarlar eserlerindeki vak'aları, çok kere kendi hayatlarından alırlar. Hiç olmazsa gördükleri, tesadüf ettikleri hadiselerden çıkarırlar. Benim en çok merak ettiğim nedir, biliyor musunuz? Acaba piyesinizin vak'asıyle hususi hayatınız arasında bir yakınlık var mı?
HUSREV - (Düşünür, gülümser.) Lütfen ayağa kalkar mısınız?”
 Yine de Türk edebiyatının en yetenekli yazarlarından biri olduğunu düşündüğümüzde bu düşünceyi kenara bırakabiliriz. Neyse… Esere dönelim…
   Hüsrev, “Ölüm Korkusu” adlı bir piyes yazmıştır. Toplum tarafından çok fazla ilgi gören bu piyesteki ana karakter, kaza ile annesini öldürdükten sonra kendisini incir ağacına asarak intihar eden biridir.  
   Hüsrev’in oturduğu yalı kendisine babasından kalmıştır. Babası bu yalının bahçesindeki incir ağacına kendini asarak intihar etmiştir. Bir gün Hüsrev, piyesinde başrolü oynayan Mansur, Hüsrev’in annesi, halasının kızı Selma, gazete patronu Şeref, Şeref’in Hüsrev’e âşık karısı Zeynep ve psikoloji doktoru Nevzat, yalıda Hüsrev’in yazmış olduğu piyesten bahsetmektedirler. Konuklar, “Ölüm Korkusu” adlı bu piyesteki kazayı gerçekçi bulmamışlardır. Hüsrev aynı görüşte değildir ve konuklara bunu göstermek için boş sandığı tabancayı eline alır, piyesteki canlandırmayı gerçekleştirirken kaza ile kendisine aşık olduğunu sonradan öğrendiği Selma’yı vurur. Piyesteki olay gerçek olmuştur; Hüsrev kaza ile Selma’yı öldürmüştür.
   Hüsrev, hem piyesinde hem de gerçekte olan bu kaza sonucu ruhsal ve bedensel olarak sağlığını yitirmiştir. Piyesi gibi kendisi de intihar mı edecektir? Babası gibi kendini incir ağacına mı asacaktır? Acaba gerçekten “ölüme şifa ölüm” müdür? Bu düşüncelerde boğulan Hüsrev, ikinci şoku dost sandığı kişilerin menfaatleri için harcandığında yaşamıştır. Doktor Nevzat için bir reklam aracı olarak kullanılmak istenmiş, gazeteci Şeref tarafından rant için kullanılmıştır. Bu olaylar üzerine Hüsrev iyice bunalmış, ruh sağlığı yerle bir olmuştur. Bunun üzerine Hüsrev’in annesi, yalının bahçesindeki incir ağacını kestirmiştir.
   Sürekli kaderden, ölümden ve diğer metafizik düşüncelerden bahseden Hüsrev, artık güvenebileceği kimsenin kalmadığını düşünmektedir. Annesi dahil tüm çevresinin ona komplo kurduğunu düşünür ki annesi incir ağacını kestiren kişidir. Sonunda Hüsrev, onu almaya gelen hükümet doktoru ve gardiyana teslim olmak zorunda kalır. Hüsrev, artık akıl hastanesinde yatacaktır.
   Okumaktan zevk aldığım ve etkilendiğim bu kitaptan birkaç alıntı yaparak yazıyı bitiyorum:

“HÜSREV - Bir adam yaratmaya kalkıştım.. Ona bir kafa, bir çift göz, bir burun, bir ağız uydurmak. Ona göre bir beyin yapmak ve göğsünün içine bir kalp takmak. Saat gibi işlesin, kanını vücudunda döndüren bir kalp. Bir kalp anlıyor musun? Güya duyan, acılarına, sevinçlerine yataklık eden yer de orası. Bir kalp. Bitti mi? Biter mi? Bu adama bir de kader çizmek lazım...”

“MANSUR - Notlarda neden bahsediyorsun?
HUSREV - Ölümden.
MANSUR - Kafan bir arı kovanı gibi hep ölüm ihtizazlarıyla dolu. Hep ölümle meşgulsün.
HUSREV - Ondan başka meşgul olunacak ne var?”

“HÜSREV - Siz bir takım insanlar, ne de kolay ağlıyorsunuz. Gözyaşlarınız olmasaydı neyle müdafaa edecektiniz kendinizi? Bir takım insanlar da var ki ağlamıyorlar. Ağlamak onlara zor geliyor. Bir incir dalına asılmaktan daha zor…”

“Başı boş, gözü kör, dizginsiz isteklerimizin bizi ne kadar çirkinleştirdiğini gör artık!”

“Ben de bir insanım. Hiçbir fevkalâdeliğim yok. Bir kadere bağlıyım. Bir takım zaaflarla doluyum. Belki herkesten daha zayıf.”


“Beni bu gülünç kadere insan iradesi sokmadı. Tepemde başka bir irade var. Onu bir kanat gölgesi gibi, üzerimde duyuyorum. Fakat elimle tutamıyorum...”

Eserin film haline getirilmiş hali:
https://www.youtube.com/watch?v=Jh6EWBT4wlc

Yorumlar

Popüler Yayınlar